Anthony Robbins’in meşhur kitabı “Sınırsız Güç”ü bilmeyen yoktur. Zira bu kitap “mutluluğun anahtarı!”dır. Arka kapak yazısında şöyle ifadeler bulunur:

“Size; dakikalarla ifade edilen sürelerde zihninizin korkuları yok etmek için nasıl yeniden programlanacağını, vücudunuzun çok sağlıklı ve enerjili olması için hangi yakıtların kullanılacağını, diğer kişilerle olan ilişkilerinizi nasıl geliştireceğinizi, nasıl ikna edici bir iletişimci olunacağını ve karşılaştığınız herhangi bir kişiyle ahengin anında nasıl sağlanacağını, diğer kişilerin başarılarını kendiniz için tekrar nasıl modelleyeceğinizi, zenginlik ve mutluluğun beş anahtarını. Asıl Başarı için nasıl ustalaşılacağını açıkladıkça; coşkusu salgın hastalık  gibi herkese bulaşmaktadır.”

Sayın Robbins’in bir diğer kitabı olan “İçindeki Devi Uyandır”a göz gezdirdiğinizde ise, kazandığı paranın verdiği mutluluktan ağlayan ve de öğütlerini dinlediğinden dolayı başarılı olduğunu söylediği kişiye peygamber muamelesi yapan kişilerle karşılaşacaksınız. Girişimcilerin kutsal kitaplarından biri olan kitap, kişisel gelişimin başarı odaklı olması gerektiği savını öne süren sayısız türevlerinin en meşhurlarındandır. Dünyada mutlu olmanın tek gereği başarı dolayısıyla da para kazanmak der durur bu ve benzeri kitaplar. Bahsettiğimiz durum herkese konuşmaya değecek kadar enteresan gelmeyebilir. Enteresan olan Züğürt Ağa filminde oy karşılığı cennete tapu dağıtan şeyhin, alternatif mutluluğa davetir sanırız!

Başarı, mutluluk ve paranın bu kadar iç-içeleştirildiği bir dönemde; cennete tapudan önce, paraya tapu dağıtmak fikri hoş görünmüş olacak ki bir reklam panosunda : “Başarının İlk Kuralı Evde Mutlu Olmaktır.” sloganlı bir reklam dikkatimizi çekti. Sokağa adımınızı attığınız ilk andan itibaren orada-burada peşinize düşen reklamlardan, korna seslerinden, çılgın trafikten; içe dönmeyi ve nefeslenmeyi imkansız kılan “tekdüze ve sığ yaşam”dan son kaçış yeri olmaya aday ev dahi dışarı dünyadaki başarıya endekslenince (ya da tersi), “Bundan sonra insan nereye gider ki?” dedik. Evin içindeki huzurun “mutluluğa” evrilmesi ve bir şekilde başarı yani parayla eşleştirilmesi, sığınılacak yer olan evi de yabancı ayak izlerinin dolduğu “ayakaltı” bir kamusal alan yapmaz mı?

Reklamlar şirketlerin “ev”e olan bakışının somut bir örneğidir. Şirketler bunun farkında değilse de bu onlara hatırlatılmalıdır. Aksi takdirde reklam sloganıyla başlayan tutum gelir ve inşaa ettiği evi bu şekilde satmak isteyeni de dünyasına katarak yoluna devam eder. Bundan en büyük zararı ise aile yaşamı görür. Aile eve sığınır. Bu önemli bir şeydir. Bu yumuşak ve narin yapıya el uzatmak ya da ondan bahsetmek ise üstün bir kavrayış ve hassasiyet bekler. Metalaştırmak aile kurumunu incitmekten başka bir şey yapmaz.

Yukarıda enteresanlıktan bahsetmiştik. Size enteresan bir şey söyleyelim mi? Duvar kalınlığı, m², statik yapı ya da bütçe gibi teknik kelimeler grubunun dışında kalan kavramlardan da bahseden bir mimarlık bürosu ne yazık ki enteresandır! Oysa huzurlu bir şehir kurmak, evin içinden başlar yani ev içi hayat en az “beton kalitesi” kadar önemli bir mevzudur, üzerine çokça düşünmek mimarların ve ilgililerinin başlıca görevlerinden olmalıdır.

Ve diyoruz ki; bu bizim düşüncemiz…

*Şehre Gelen Adam

Şehre bir adam girdi koşarak
Ya bilge, ya çağdan habersiz
Bağırdı, duyuramadı:
Tufan olabilir, kavi olsun gemileriniz.

Hıncahınç yorgunluk doluydu gövdesi
Reklam panoları kadar, bir vitrin kadar
Dikkat çekmedi sesi.
Dedim gel, hâlâ bizim
Bu şehrin altmış metrekaresi.

Gün doğarken onu yolcu ettim
Gitme, ben sana bakarım
Dediysem de dinletemedim.

İbrahim Tenekeci

*Üç Köpük – Profil Yayınları

 

sdmimproje