“Türkiye’nin ve dünyanın; en büyük, en güzel, en huzurlu, en yüksek, en yeşil, en ulaşılabilir, en yeni, en teknolojik, en seksi, en çılgın, en futuristik, en avrupai, en tarihi, çocukların en çok seveceği, en eğlenceli, ilk ve tek konut projesi.”

Uğur Tanyeli’nin, “Türkler’i inandırmak neden bu kadar kolay” adlı enteresan bir yazısı var. Bu yazıda Türkiye’de çekilen tarihi bir diziye gösterilen tepki ile Avrupa’da geçen tarihi bir dönemi anlatan diziye oradaki insanların gösterdiği tepki farklılıkları anlatılıyor. Örnek olarak, Avrupa’da dizi setinde kullanılan objelerin seyircilierin eleştirel bakışlarına fazlaca maruz kaldığından, hatayı asgariye indirmek için oyuncuların arkasında kalan alanların hep loş tutulduğu ancak Türkiye’de dizinin geçtiği dönemle alakası olmayan eşyaların rahatlıkla kullanıldığı ve bunu gizleme ihtiyacı bile duyulmadığını  anlatıyor sayın Tanyeli. Çünkü Türkiye’de insanlar bunlarla pek de ilgilenmiyor.
“İnanmak”tan yola çıkmışken, inandırıcılık ve algı kavramları üzerinden devam edelim dilerseniz. Postmodern dönemde, kelimelerin, görselliklerin ya da seslerin zihinlerdeki çağrışımları geçmiş dönemlere göre artmıştır. Çağrışımlara, kişinin kendi bilinç dünyasının vereceği tepkiyi otokontrol edebilme yeteneği ise bilgi birikimine göre değişir. “Doğru” çağrışımlarla toplumlarda hedeflenen tepkiler elde edilebilir. Reklamcılık işte burada devreye girer.
Sinema filmlerinin fragmanlarında, filmin tanıtımı bazen o kadar iyi yapılır ki insanların zihninde filmden daha çok yer eder. “Havalı” diye nitelendirilebilecek fragmanlarda, bir “entertainment” aracı olan film ”şişirilerek” tanıtılır. Kimi zaman bu tanıtım için film manipüle edilir.
Sinema filmi, uzun süreli olarak insanın hayatında gerçek dünya kadar önem arzedemez. Yani boğazınızdan aşağıya inmez ya da sizi ışıksız bırakmaz. Bu sebeple zararlı ya da yararlı görülmez.
Fragmanlardaki tanıtım tarzı ve sinema filmlerinin havası zaman içerisinde gerçek dünyaya geçmeye başladı. Haberlerde bir ülkenin başka bir ülkeye yaptığı askeri müdahele bir savaş filmi gibi gösterilerek, gerçek dünyaya ait ölümler “entertainment” ın parçası oldu vb.
Bahsi Türkiye’deki konut satışlarına getirmek istiyoruz. Nasıl tasarlanırlarsa tasarlansınlar Türkiye’de konut projelerinin büyük bölümü iki saat izlenecek bir filmmiş gibi pazarlanıyor. İnsanların tek derdi nicelik, haz ya da eğlenceymişcesine satış sloganları bulunuyor. Nasıl oluyorsa her proje; ilk, tek ve en. Reklamcıların bu kelimelere böylesine yönelmeleri toplumun bu tarz reklamlara gösterdiği olumlu tepkiden kaynaklanıyor olmalı. Uçlarda yaşama açlığının sebepleri sosyolojik olarak incelenebilir. Ancak sabun kalıbı gibi reklamların, tasarımı ve “iyi” yaşam alanları arama ihtiyacını kötü etkileyen bir etken olduğu ortada. “Bana ahır verin yine satarım.” gibi cümleler işte bu sebepten kaynaklanıyor.
Kültürel anlamda “güzel” yaşama arzusu güzel kelimesinin içi doldukça değişecektir diye düşünüyoruz. En azından bu durum bir ayrışmaya muhatab olacaktır. Yoksa “simulakr” lar içinde, simüle yaşamlar sürdürmeye devam etmek zorunda kalınacak.

 

bkz. bakış açını genişlet – 02: heykelde yaşayamamak

sdmimproje